PazarPolitik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PazarPolitik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Haziran 2008 Cumartesi

CADDEBOSTAN SAHİLİNDE KÜLTÜREL GEÇİŞMELER

Efendim, hafta sonlarında biraz iyot, biraz D vitamini, biraz da temiz hava alıp sosyalleşmek amaçlı yürümeye gittiğimiz Caddebostan sahilinin çok belirgin bir özelliğine şahit oldum. Ortamda gezinen her 8 köpekten 6'sının Golden Retriever olması olabilirdi konumuz, o da çok net bir çıkarım ama değinmek istediğim konu daha beşeri.

Sahil şeridinin aralıksız yürünebilen kısmı yaklaşık 5 km; parkur bir ucunda askeriye diğer ucunda ise Bostancı vapur iskeleleri ıvır zıvırıyla noktalanıyor. İşte bu sahilin sahil yolu ile buluşma noktasında bulunan Migros, tam bir kültürel eşikte bulunuyor. Askeriye tarafından Migros'a kadar olan batıdaki bölümün arka tarafında tamamen köşkler ve yeşillik bir alan var. Migros'tan sonra sahil yolu da yürüyüş parkurunun paraleline iniyor.

İlk bahsettiğim kısımda metrekareye düşen yürüyen/koşan/köpek gezdiren/sevgilisiyle çimlere yayılan/arkadaşlarıyla ortam yapan insan sayısı hesabını bilmiyorum ama bir endeks alsaydım, bu bölge için bu kriterleri kullanırdım. Çünkü doğuda kalan sahil yolu bölümünün değer endeksi çok farklı. O bölümde metrekareye düşen çaydanlık sayısı, çimlerin üstünde futbol oynayan adamların göbek çapı, çimlerin her metrekarede maruz kaldığı kadın poposu basıncı ve mangalın üzerinde pişen hayvan cinsi gibi farklı endekslere göz atmak gerekiyor. Merak eden varsa gitsin ölçsün.

"Ya belediye! Sen bu alanın her iki tarafını da eşit yarattın, ama nedendir bu bölünmüşlük?" diye sorası geliyor insanın, hal böyle olunca. Sahilin tamamını yürüyebilenlerin gözünde, tam Migros'un orda, sahil yolunun sahille buluştuğu yerde, sanki saunadan buz odasına girmiş gibi bir anda keskin bir ayrıklık ortaya çıkıyor. Hem kültürel farklılıkları korumak adına, hem de piknik yerleri olmak suretiyle mangalın üstünde pişen kızarmış ete ekmek banmayı pek çok zevke tercih edecek bir insan olarak bu insanların kimlikleri üzerine çene yormak değil niyetim. Yalnız, bir alana erişim farklılıklarının o alanı tercih eden insanlar arasında da belirli anlayış farklılıklarını ortaya çıkarabileceğini anladım ben. Söylemek istediğim asıl budur.

Şöyle ki; doğru tarafında kalan bölgenin ardalanı hemen sahil yolu olduğundan, tamamen bir ücretsiz otopark niteliğinde. Dolayısıyla ailesini arabaya doldurmayı başaran tüm cengaver topçu/mangalcı babalar bu bölgeye çok rahat bir erişim sağlıyor. Çaydanlıktı, etti, uzayda E.T. kadar bir alan kaplayan termostu, vs, hepsi rahat bir şekilde hop, park yerinden çimlerin üstüne taşınabiliyor. Sonra da iş yelleme kabiliyetine kalıyor. Zaten sonrası da virütik çoğalma eylemi. Batı yakasında ise böyle bir otopark alanı yok, o yüzden bu kısım mangalcılar tarafından tercih edilmiyor. Yoksa hiç kimse güzelim köşk manzarasını 18-35 yaş arası zindelik faaliyetlerinde bulunmayı seven gruba hibe etmiş değil.

Nihayetinde Caddebostan sahili, böylesine doğal bir şekilde kültürler arası paylaşımın bir göstergesi olmuş durumda. Yaz aylarında, doğudan gelen mangalcı kavimlerinin sıcak denizlere inmek için birbirlerini iteklemesi sonucu, plaj bölgelerinde daha kozmopolit bir ortam oluşsa da, yerleşim bölgesi olarak bu farklılığı otopark alanı denklemiyle açıklayabiliyoruz.

24 Nisan 2008 Perşembe

İzmir bizim için hala küçük bir köy gibi



İstanbul'da çalışan bir İzmirli olarak söylüyorum ki "biz İzmirliler artık bu şehre çok geliyoruz." Fakat izmir de bize dar geliyor. Gün geçmiyor ki çalışan arkadaşlarımızın arasına yeni bir İzmirli katılsın. Hepsine aynı soruyu soruyorum, "Sen neden düştün buraya bilader?" diyorum. Hepsi de aynı cevabı veriyor: "İzmir'de iş yok ki".

Hemen hemen her İzmirlinin yaşamış olduğuna inandığım bu bayık muhabbeti genelde uzatanlardanım. İş aradın mı ki diye sorarım. Ben dahil pek çok İzmirli, İzmir'de iş aramamıştır. İstanbul'da bir üniversiteden mezun olduktan sonra buradaki bir firmaya kapağı atıp, 2 oda bir salon bir dairede, etliye sütlüye bulaşmayan bir arkadaşla yaşayıp, yaşamın saçma sapan işkenceleriyle haşır neşir olmayı, buna da "İstanbul'da yaşamak" demeyi tercih ederler.

Bu arada memlekette bırakılan anne, baba, kardeş, eş, dost, kedi, köpek, kuş vs, hergün kebap yapmakta saat 8:30'da kalkıp işe gitmekte, hafta sonları o Çeşme senin bu vana benim serin serin yan yatmaktadır.

Neyse lafı uzatmaya gerek yok, geçen son 6 ayın büyük umudu Expo'yu canı gönülden destekledik ve hepimiz Expo gelse de İzmir kurtulsa diye dua ettik içimizden. Diğer düşünen camianın fikri neydi bilemem ama sanırım derinlerde bir yerlerde herkes, İzmir büyüse de üç beş firma oraya bir genel merkez kursa, gitsek biz de rahat yaşamın anahtarını çevirsek, e-maillerde dolaşan "Google çalışma ortamları"na dilimiz dışarda, güneşte kalmış Rin Tin Tin'ler gibi bakmasak diye geçirdi içinden.

Expo olayı tutsaydı fena olmazdı tabii ama en azından birilerinin kulağına "Bakın böyle büyümek isteyen bir şehrimiz de var aslında" fikrinin çalınması bence hoş oldu. Bununla yetinilmese de, sevgili memleket büyüklerimizce İstanbul'da, Eskişehir'de, afet bölgelerinde ne bileyim belki daha pek çok yerde yapıldığı gibi İzmir toprağına vergiden muafiyet ölçüsü getirilse ne güzel olur değil mi? Orada bir köy olmasa uzakta ve aslında orada birkaç HQ olsa, gitsek de dönmesek. İzmir'de pek çok lisenin birincisi olup anne babalarının gazıyla İzmir'in en önde gelen üniversitelerine giden çocuklar, İstanbul gözünde "DİĞER" üniversiteler kategorisinde sıkışıp kalmasa. Demokrat genç beyinlerin değeri bilinse, medeni yaşantının tadını, İstanbul'un concon takımı da alsa.

Aslında çok kolay olabilirdi ama bir taraftan bakınca, politikanın baş oyuncularının kalesi olmayan bir ili büyütmek gibi bir amaçlarının olması da bir hayli boş hayal gibi geliyor. Bu durumda da malesef iş başa düşüyor. İzmirli gençlik, biliçlen ve bilinçlendir, terliklerini giyip gezebileceğin bir işyeri hayal et! Çalış, etkile, ikna et ve İzmir'de iş dünyası yapılanması için dua et!