Sabah evden çıkıp, sokağa indim. Arkamdan fiyfiyfiy bir kanat sesi
geldi. Başıbozuk bir karga, kafamdan tutup karşıki apartmanın çatısına
çıkarmaya niyetlenmiş beni. Kaldıramadı tabii, ağırım biraz. Tepemde pençe
izlerini bırakıp sokak lambasının üstüne kondu. O sırada “aaa deli mi ne manyak”
diye tepki verdiğimi belirteyim de gereksiz bir nostaljik atmosfere kaymayalım.
6 aydır çalışıyoruz, herkes delirmiş. Birbirinden bağımsız
ilerleyen bir sürü iş, tek bir isme bağlanıyor: Geleceğin Patronları. Başından
beri 3 senedir bu işin içindeyim. İçeriğin girişimcilik olmasından hareketle,
içerideki herkes de bir o kadar girişimci ruhlu. Tam bir kaos. Gruba yeni katılanlar
önce “Siz hep böyle misiniz?” tepkisini veriyor, sonra hızla akan nehrin
sularına kapılıp uçuruma doğru kürek çekerken bir taraftan “Şelaleee, şelalee, nihiaaaa”
diye bağırıyor. Ortamı daha nasıl anlatayım?
Son güne doğru, (yani alegorideki şelalenin orası) artık
email teknolojisi dar gelmiş, herkes Whatsapp’tan takılıyor. Grup içinde grup.
Hangi grupta amiyane oluyorduk, gıybetli grup hangisiydi falan her şey pamuk
ipliğinde. Karga için iyi mi, bet mi yorumunu almaya çalışırken bir bakıyorsun
mesajını okumaya çalışırken kamyon altında ezilme tehlikesi geçiren var.
Neyse, bu kargalı sabahın akşamı. Yüzdük yüzdük kuyruğuna
geldik. Katılım tatmin edici, misafirler memnun, yönetimin yüzü gülüyor, her şey yolunda.
Sunumlar bitti, jüri karar odasına geçti. Ekipler amiri sunumunu yapıyor.
Selfie belfie melfie bişeyler derken işte o an karganın pençesini attığı yer harekete
geçti. Bizim de bu işte bir selfieye ihtiyacımız var. Hem de üreten bizsek
tüketen neden biz olmayalım selfiesi. Gel gör ki sabahtan beri yazışıyoruz,
Whatsapp’ta ona buna her şeye yazmaktan ekipte kimsede şarj yok. Üst katlardan
şarj makinesi indirilince oryantalist bir fotoğraf karesi oluşuyor. Zaten ortam
tam Oceans 11 olmuş. İşi biten son nefesini almak için kulis kapısına doğru
geliyor. Artık telefonları da atmışız kulisin arka odasına, şarj olsunlar diye.
Onlar şarj olurken biz de küçük sesimizle organizasyonun sonunu getirmeye
çalışıyoruz. Şarjı %5’ten %10’u gören
aletle de tweet gönderiyoruz falan.
İşte bu ortamda selfie meselesi gündeme geliyor. Ani bir
hızla onaylanıyor tabii. Kimin neden sorumlu olduğu çok grift olduğundan zaten
kimse olmaz demiyor, nasıl olacağı konuşuluyor. Sen rica et, ben getiririm, sen
anons et, ondan sonra bunu yap, sen ordan gel, rahat ol, doğaçla, eyvallah, boş
ver, falan böyle fısıltılmış gazların havada uçuştuğu ideal bir ortam.
Sonrası, işte bu kare. İlk zafer işareti sanırım benim.
Sonra bir anda kadrajdan detayı gören Serdar Kuzuloğlu’na geçiyor. Oradan
arkaya, jüriye yayılıyor, hemen Emin Çapa atılıyor. Jüriden sonra arka sırada girişimciler,
izleyiciler… İşte buna enerjinin difüzyonu deniyor. Aslında 2 parmak sadece.
Ama o yayılma anı, bunu o an bilmemek ve
sonra yayınlandığında görmek, çok başka.
Uzun yazmayı sevmiyorum, bunu da kısa anlatımın açıklaması olarak
görün. İşte bu post, kısa ve öz. Benim için çok değerli. Hep birlikte
yaşadığımız bu güzel anın gerçekleşmesinde emeği olan herkese sevgiler.