31 Aralık 2015 Perşembe

Hediye alma sanatı

Yani hediyeyi satın almak değil. Hediyeyi teslim alan tarafta olmak. Zor iş.

Beğenmediğini asla belli etmeyeceksin. İnsan bunu zamanla, hediye ala ala öğreniyor. "Wow", "çok iyi", "ahah işte bu ya, ben bunu kaç ay aradım biliyor musun?" söz öbekleri ezberlenecek ve hediye paketi görüldüğü andan itibaren hafızada tekrarlanacak. Spontan çıkışlar önemli. Karşı taraf aramış durmuş. Beğenilme beklentisi var. Geri çevrilmeyecek.

Hediye tutarı çok büyük de olsa, "Oha bu ne pahalı bişey" denmeyecek. Normal karşılanacak ve küçük hediye alan kişi ezilmeyecek. Yapmayın kardeşim, insan olun.

Hediye iade kartına bakılmayacak. Diyelim ki iade edilip değiştirildi. Asla söylenmeyecek. Bunu öğrendim. Kullandın kullanmadın, karşı tarafı ilgilendirmez. Ama "ben onu değiştirip şunu aldım çok seviyorum bayılıyorum bu yeni aldığım şeye" dense de hiç işe yaramıyor.

Bunları birileri yazsın ya. Ya da yazılısı var ama benim karşıma çıkmıyor ne biliyim. Daha fazla popüler kitap okumam lazım sanırım.

12 Kasım 2015 Perşembe

Karga Pençesinden Zafer İşaretine

Sabah evden çıkıp, sokağa indim. Arkamdan fiyfiyfiy bir kanat sesi geldi. Başıbozuk bir karga, kafamdan tutup karşıki apartmanın çatısına çıkarmaya niyetlenmiş beni. Kaldıramadı tabii, ağırım biraz. Tepemde pençe izlerini bırakıp sokak lambasının üstüne kondu. O sırada “aaa deli mi ne manyak” diye tepki verdiğimi belirteyim de gereksiz bir nostaljik atmosfere kaymayalım.

6 aydır çalışıyoruz, herkes delirmiş. Birbirinden bağımsız ilerleyen bir sürü iş, tek bir isme bağlanıyor: Geleceğin Patronları. Başından beri 3 senedir bu işin içindeyim. İçeriğin girişimcilik olmasından hareketle, içerideki herkes de bir o kadar girişimci ruhlu. Tam bir kaos. Gruba yeni katılanlar önce “Siz hep böyle misiniz?” tepkisini veriyor, sonra hızla akan nehrin sularına kapılıp uçuruma doğru kürek çekerken bir taraftan “Şelaleee, şelalee, nihiaaaa” diye bağırıyor. Ortamı daha nasıl anlatayım?

Son güne doğru, (yani alegorideki şelalenin orası) artık email teknolojisi dar gelmiş, herkes Whatsapp’tan takılıyor. Grup içinde grup. Hangi grupta amiyane oluyorduk, gıybetli grup hangisiydi falan her şey pamuk ipliğinde. Karga için iyi mi, bet mi yorumunu almaya çalışırken bir bakıyorsun mesajını okumaya çalışırken kamyon altında ezilme tehlikesi geçiren var.

Neyse, bu kargalı sabahın akşamı. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Katılım tatmin edici, misafirler memnun, yönetimin yüzü gülüyor, her şey yolunda. Sunumlar bitti, jüri karar odasına geçti. Ekipler amiri sunumunu yapıyor. Selfie belfie melfie bişeyler derken işte o an karganın pençesini attığı yer harekete geçti. Bizim de bu işte bir selfieye ihtiyacımız var. Hem de üreten bizsek tüketen neden biz olmayalım selfiesi. Gel gör ki sabahtan beri yazışıyoruz, Whatsapp’ta ona buna her şeye yazmaktan ekipte kimsede şarj yok. Üst katlardan şarj makinesi indirilince oryantalist bir fotoğraf karesi oluşuyor. Zaten ortam tam Oceans 11 olmuş. İşi biten son nefesini almak için kulis kapısına doğru geliyor. Artık telefonları da atmışız kulisin arka odasına, şarj olsunlar diye. Onlar şarj olurken biz de küçük sesimizle organizasyonun sonunu getirmeye çalışıyoruz.  Şarjı %5’ten %10’u gören aletle de tweet gönderiyoruz falan.

İşte bu ortamda selfie meselesi gündeme geliyor. Ani bir hızla onaylanıyor tabii. Kimin neden sorumlu olduğu çok grift olduğundan zaten kimse olmaz demiyor, nasıl olacağı konuşuluyor. Sen rica et, ben getiririm, sen anons et, ondan sonra bunu yap, sen ordan gel, rahat ol, doğaçla, eyvallah, boş ver, falan böyle fısıltılmış gazların havada uçuştuğu ideal bir ortam.

Sonrası, işte bu kare. İlk zafer işareti sanırım benim. Sonra bir anda kadrajdan detayı gören Serdar Kuzuloğlu’na geçiyor. Oradan arkaya, jüriye yayılıyor, hemen Emin Çapa atılıyor. Jüriden sonra arka sırada girişimciler, izleyiciler… İşte buna enerjinin difüzyonu deniyor. Aslında 2 parmak sadece. Ama o yayılma anı, bunu o an bilmemek  ve sonra yayınlandığında görmek, çok başka.

Uzun yazmayı sevmiyorum, bunu da kısa anlatımın açıklaması olarak görün. İşte bu post, kısa ve öz. Benim için çok değerli. Hep birlikte yaşadığımız bu güzel anın gerçekleşmesinde emeği olan herkese sevgiler. 

23 Ekim 2015 Cuma

Bir zaman birimi olarak başımızdan geçen olaylara referans ve daima genç olmak

Mesela 
Bir kitabın okunma zamanı bir mezuniyete,
Bir şarkının release date’inin bir çocuğun doğumuna,
Bir filmin sinemada izlenmesi o arkadaşla aynı sınıfta olduğun yıla refere edilerek hatırlanması
Referans değerinin bünye üzerindeki olumlu veya olumsuz etkisine göre
Bazı olayların daha uzak, bazı olayların daha yakın algılanmasına sebep olur.
Bu durumda iyi olaylara referans vermek, ne kadar geçmiş zamanda da yaşansın o zamanın daha kısa süre önce yaşandığını düşünmemizi sağlar.
Kendini genç hissetmenin en öncül şartlarından biri doğru referans zamanlarının sayısını artırmaktır. Deneyin.

Bu filmdeki insanların yaşlanmaması ile bu videoyu buraya koymam arasında özel bir bağ yok ama süper bir tesadüf oldu.