23 Aralık 2008 Salı

Portatif Koltuk Korkuluğu


Evet, bu dün akılma gelen yeni icadım. Mesele basit, Yiğit yattığı koltuktan düşecek diye sürekli başında nöbet tutuyoruz. Ne gerek var kardeşim? Bir korkuluğa ihtiyacımız var. Mantığı, kitapların altına sıkıştırılan ve devrilmesini önleyen kitaplık tutamacıyla aynı. Bu korkuluğun altındaki sapımsı kısmı, koltuğun altına sokup sabitliyoruz. İsteyen vidayla monte edilenini üretebilir, risk ve endişe derecesine göre. IKEA bundan da yapsın, nasıl kumanda torbasını yaptıysa...

30 Ekim 2008 Perşembe

Hafıza silinmesi gerçek olmuş? Peki ya hafıza eklenmesi?


Sevgili biliminsanları, farelerin hafızasındaki bazı anıları silmeyi başarmışlar. Kendilerini tebrik ederim. Yalnız bunca yıldır zaten çeşitli bilimkurgu ortamlarında üzerinde durulan bu olayın gerçekleşmiş olması nedense bende bir "inovasyon" olarak karşılanmadı (Kelimenin Türkçe karşlığını bulamadım). Sanki bu uzun süredir hissedilen bir eksikliğin giderilmesi gibi daha çok. Zaten haberi yayınlayan ajans da “Bilim insanları "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" filminin senaryosunu hayata geçirdi, farelerin seçilmiş anılarını silmeyi başardı” diye başlık atmış. Siz bırakın onu, 0-12 yaş grubu idolü Selena’da bile işlenen bir konu bu zaten.

PC oyunlarını zevkle oynayan pek çok arkadaşımızın da bildiği gibi, Save-Load olayı herkesin bilincinde olan ve “Gerçek Hayatta Save-load ihtiyacı” olarak kalıplaşmış bir söz öbeği olarak dahi karşımıza çıkan bir hadisedir. Hatta, “Anaaa, Lara Abla gene damdan atlarken düştü öldü, dur gölün ordan başlıyım yine” şeklinde aşağı yukarı her oyunda tezahür eder bu olay. Hepimiz biliriz ki bir oyunda Save-Loadlamak gayet banal bir hadisedir, halbuki Google ortamlarında cheat code arayıp olmamış bir şeyi olmuş gibi göstermek asıl efsanedir. Yani Heroes’a a horde of Archangel’la başlamak ya da ne biliyim Baldur’s Gate’de Drizzt’i oyunun tutorial’ında gruba almak falan gibi. Neden bunun üzerine gidilmiyor ki bilim camiasında?

Velhasılkelam, yıkmak kolaydır, yapmak zordur arkadaş. Şimdi birisi çıksın desin ki biz bu farenin beynine öyle bir şey yaptık ki kendisinin bir dönem evlenip 2 çocuk sahibi olup boşanmış olduğunu düşünüyor. Ya da daha ciddileşelim, birisi çıksın desin ki, biz Alzhemer’lı bu hastaya öyle bir şey zerk ettik ki, bütün unuttuğu hatıralarını yeniden yerine yazdık. Var mı böyle bir haber? Yok. Varsa yoksa onu sildik, bunu sömürdük, yok kafasızını ürettik, falan filan, hikaye…

21 Ekim 2008 Salı

Siyahımsı Süt


Hayatımda ilk kez Elif Şafak okudum. Ortak bir tecrübeyi birlikte yaşayacağımız için. Aslında Siyah Süt’ün konusunu dahi bilmiyordum kitabı almaya karar verirken, ama şimdi benzer hisleri paylaştığımızdan olsa gerek, bu konuda bir yazının olmasının ne kadar da faydalı olduğunu düşünüyorum.

Ben 3 aylık çocuk sahibi Tuğçe Saka. Hayatta nerede olduğumu yeni yeni kavrıyorum. Kendim için bir şeyler yapmaya bu hafta karar verdim. 3 ay sonra ilk defa bloguma el attım. Bilgisayarıma bir gazete portalını homepage olarak ilk kez dün set ettim. Çünkü benim de sütüm sanırım kararmaya başlamıştı. Mükemmel gaz çıkartmanın, mükemmel süt vermenin, mükemmel alt temizlemenin ve mükemmel pışpışlamanın tahammül sınırlarına yeni yeni geldim.

Elif ablanın Lord Poton’u 10 ay hanım kızımızla kalmış. Sanırım ben kendimi daha erken toparlayacağım. Yine de bu yazıyı yazarken, minik yatağından başını kaldırıp “eğu eğu” diyen velete, canı sıkılmasın diye “Canımın içi” diye seslenen de benim. Çocuk da yaparım, yaptığım çocuğa bakarım da. Kariyer de yapar mıyım aynı zamanda, bilemiyorum. Çünkü çocuk, yapmakla bitmiyormuş. Elif ablanın dediği gibi, hamilelik bir nehirse, çocuk sahibi olmak bir denizmiş. Neyse ki okyanus değil, kendimize ayıracak, daha boş yerimiz var. Sıkışalım.